CHP Sözcüzü Faik Öztrak, “Şimdi de Yargıtay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını görmezden gelerek hain FETÖ’nün dinlemelerini, tatil tarihlerini, çekilmemiş belgeselleri ve hatta tiyatro oyunlarını kanıt sayan bir dosyayı, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını da eğip bükerek, eleştirerek onayladı. Bir hukuk katliamına ortak oldu. Vatandaşın protesto hakkı ile hükümete karşı suç arasındaki çizgi, bir delilin varlığıdır. Yargıtay’ın verdiği bu karardan sonra, hükümete karşı her protestonun, delil aranmadan hükümete karşı suç sayılmasının önünü açılmıştır. Bu kararlar, ülkemizin bir hukuk devleti olduğu konusunda, içeride ve dışarıda ciddi endişelere neden olmaktadır” dedi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, MYK toplantısının ardından parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Öztrak, şunları söyledi:
“İÇİŞLERİ BAKANI’NIN TERÖR ÖRGÜTLERİ VE İŞBİRLİKÇİLERİNİN YANINDA; ZEHİR TACİRLERİYLE, ÇETELERLE VE ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİYLE MÜCADELENİN DEVAM EDECEĞİ MESAJINI ÇOK ÖNEMLİ BULDUĞUMUZUN ALTINI ÇİZMELİYİM”
“Öncelikle dün, Meclis binasının hemen karşısında bulunan İçişleri Bakanlığı önünde, hem de TBMM’nin açıldığı günde meydana gelen hain terör saldırısını lanetliyoruz. Bu saldırıda yaralanan emniyet mensuplarımıza, acil şifalar diliyoruz. Saldırıda kullanılan aracı, teröristler Kayseri’de genç bir veterinerin canına kıyarak gasp etti. Hainlerin kurbanı olan gencimize Allah’tan rahmet, ailesine sabır diliyoruz. Her şeyden önce terör kimden ve nereden gelirse gelsin bir insanlık suçudur. Bunu görmezden gelmek de teröre karşı sessiz kalmak da bu insanlık suçuna ortak olmaktır. Terörle ülke olarak hep beraber mücadele edeceğiz. Ülkemiz üzerindeki hain emellere asla fırsat vermeyeceğiz. Ayrıca İçişleri Bakanı’nın bu saldırıyla ilgili sosyal medya mesajında, terör örgütleri ve işbirlikçilerinin yanında; zehir tacirleriyle, çetelerle ve organize suç örgütleriyle mücadelenin devam edeceği mesajını da çok önemli bulduğumuzun altını çizmeliyim.
“SARAYIN SIKIŞTIĞINDA İKİ SEÇİM ARASINDA, TERÖR KARTINA NASIL SARILDIĞI HALA MİLLETİMİZİN HAFIZALARINDADIR”
Teröre karşı hep beraber dimdik durmamız gerekirken Cumhur İttifakı’nın işbirlikçileri olan, Ebabil’inden Pelikan’ına çeşitli operasyoncuların bu mesele üzerinden didişmelerini, kavgalarını da ibretle izliyoruz. Bu ülkede dezenformasyonun kralının kimler tarafından yapıldığını da görüyoruz. Umarız Cumhur İttifakı içindeki bu kavga, devlet kurumlarının işleyişine yansımamıştır, yansımıyordur. Yerel yönetim seçimlerine altı ay kala meydana gelen bu hain saldırıyı, çok ciddiye alıyoruz. Olayın failleri kadar bu hainlerin nasıl olup da başkentimizin en korunaklı bölgesine girebildiklerinin araştırılması, buna göz yumanların veya bunun farkına varmayan sorumluların derhal ortaya çıkarılmasını bekliyoruz. Sarayın sıkıştığında iki seçim arasında, terör kartına nasıl sarıldığı, seçmeni, güvenlik ile özgürlük arasında, canı ile malı arasında tercih yapmaya nasıl zorladığı hala milletimizin hafızalarındadır. O nedenle bu saldırının bir an evvel, bütün yönleriyle aydınlatılmasını bekliyoruz.
“İNSANLARIN HAYATLARINI KARARTMAK İÇİN DELİLE BİLE İHTİYAÇ DUYMUYORLAR. KENDİLERİNE HAİN FETÖ’DEN MİRAS KALAN DOSYALARI, GEZİ’Yİ KARALAMAK İÇİN PERVASIZCA KULLANIYORLAR”
‘Aklı öldürürseniz ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığınız gün, adalet ölür. Adaleti öldürdüğünüz gün, devlet de ölür.’ Fatih Sultan Mehmet, adaletin mülkün, yani devletin temel direği olduğunu bu sözlerle anlatmış. Devlet yönetiminde doğru iliklenecek ilk düğme, adalet düğmesidir. 2014 seçimlerinde, Erdoğan’ın ağzından ‘Alışılmış bir cumhurbaşkanı olmayacağım’ sözleri çıktığından beri, devlet yönetiminde bir çürüme başladı. Akıl, izan ve ahlak unutuldu, adalet yerle bir oldu, ülke de millet de gün yüzü görmedi. Devletin kılcal damarlarına kadar soktuğu, ortaklık yaptığı, ne istediyse verdiği, darbeye teşebbüs edecek duruma gelene kadar seyrettiği, hain FETÖ’nün rahle-i tedrisinde kumpas yapmayı öğrenen saray, yargıyı kendisi gibi düşünmeyenlere doğrultacağı bir silah olarak kullanıyor. Hain FETÖ bavul bavul sahte delil üretirdi, saray rejimi gemi azıya aldı, sonradan çıkma boynuz kulağı geçti, insanların hayatlarını karartmak için artık delile bile ihtiyaç duymuyorlar bunlar. Kendilerine hain FETÖ’den miras kalan dosyaları, Gezi’yi karalamak için pervasızca kullanıyorlar. Gezi eylemlerinde hayatını kaybeden gençlere terörist yaftası yapıştırdılar. Yetmedi, ailelerini meydanlarda yuhalattılar. Yetmedi, ölen çocukların ailelerine davalar açtılar. Yetmedi, havuz kanallarında akla hayale gelmeyecek, saçma sapan komplo teorilerini millete gerçekmiş anlattılar. Yetmedi, ders kitaplarında Gezi’yi karalamaya kalktılar; kendi kafalarına göre yazdıkları tarihi, çocuklarımıza ders diye okuttular. Sonunda özgürlüğü haykıranlara; yeşili, doğayı, parkı savunanlara; Gezi Parkı sivil direnişine katılanlara; ortada bir delil olmadığı halde ağırlaştırılmış müebbete varan cezalar verdiler.
“VATANDAŞIN PROTESTO HAKKI İLE HÜKÜMETE KARŞI SUÇ ARASINDAKİ ÇİZGİ, BİR DELİLİN VARLIĞIDIR”
Şimdi de Yargıtay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarını görmezden gelerek hain FETÖ’nün dinlemelerini, tatil tarihlerini, çekilmemiş belgeselleri ve hatta tiyatro oyunlarını kanıt sayan bir dosyayı, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını da eğip bükerek, eleştirerek onayladı. Bir hukuk katliamına ortak oldu. Vatandaşın protesto hakkı ile hükümete karşı suç arasındaki çizgi, bir delilin varlığıdır. Yargıtay’ın verdiği bu karardan sonra, hükümete karşı her protestonun, delil aranmadan hükümete karşı suç sayılmasının önünü açılmıştır. Bu kararlar, ülkemizin bir hukuk devleti olduğu konusunda, içeride ve dışarıda ciddi endişelere neden olmaktadır. Yatırımcılar da bu ülkede malının, canının güvende olup olmadığı konusunda soru işaretleri duymaktadır. Güvensizlik, ülkemizden temiz parayı, yatırımı, yatırımcıyı kaçırmaktadır. Kara paraya, mafya ve uyuşturucu parasına ülkemize muhtaç etmektedir. Bugün Türkiye, Küresel Organize Suç Endeksi’nde 193 ülke arasında ilk 14’teyse; Türkiye, Güney Amerika kaynaklı kokain ticaretinde küresel transit merkezlerinden biri olma yolunda ilerliyorsa; Türkiye’deki organ ticareti, insan ticareti ve silah kaçakçılığı konusunda bu değerlendirmede önemli tespitler yer alıyorsa bunun üzerinde dikkatle durmalıyız. Tüm bunlar olurken, hükümet yine işin ucuzuna kaçmaktadır. Neden olduğu çürümeye aldırmadan Varlık Barışı ile bu çürümeye çanak tutmaktadır.
“HÜKÜMET, YÖNETEMEDİĞİ İÇİN SEBEP OLDUĞU 10 YILLIK BİR PATİNAJI, ORTA VADELİ PROGRAM İLE İTİRAF EDİYOR”
Alman şair Bertolt Brecht, ‘Adalet halkın ekmeğidir’ der. Adaletin olmadığı yerde ekmek yoktur. Bunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz. 2013’te bu ucube rejimin düğmesine basıldığında, ülkemizde kişi başına gelir 12 bin 582 dolardı. Aynı yılda Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde de 59’uncu sıradaydı. Ucube rejimle geçen birkaç yılda, daha ortada ne savaş ne salgın varken kişi başına gelirimiz 3 bin dolardan fazla geriledi. 2019 yılına geldiğimizde, 9 bin dolarlara düştü. Aynı dönemde Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde de çakıldı, 50 sıra birden geriledi 109’uncu sıraya kadar indi. Türkiye, hukukta zemin kaybettikçe milletimizin cebi boşaldı. 2023 yılında, Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 116’ncı sıradayız. Gine, Nijerya ve Mali arasında bir yerdeyiz. Bu ucube rejim, kendinden önce AB üyelik sürecini yürüten, G20 üyesi olan bu ülkeyi, Afrika ülkelerinin seviyesine geriletti. Bunun bir faturası var ve bu fatura her zaman olduğu gibi aziz milletimize çıkıyor. Bu hükümetin milletimize 2023 için vadettiği milli gelir, 2013’teki seviyesinin altında. Yani hükümet, yönetemediği için sebep olduğu 10 yıllık bir patinajı, Orta Vadeli Program (OVP) ile itiraf ediyor.
“SARAY HÜKÜMETLERİYLE GEÇEN 20 YILDA ÜLKEMİZ, EVLATLARI NE YAPARSA YAPSIN ANA BABADAN KALMA YOKLUKTAN KURTULAMADIĞI BİR ÇÜRÜME SÜRECİNE MAHKUM OLDU”
Bu rejim, önce milleti böldü, parçaladı; sonra da açlıkta, yoksullukta birleştirdi. Merkez Bankası verilerine göre; sanayide çalışanların yarısı, giyim sektöründe çalışanların yüzde 70’i, inşaat sektöründe çalışanların yüzde 70’inden fazlası açlık sınırının altındaki asgari ücret ya da daha altında bir ücretle hayata tutunmaya çalışıyor. ‘Hayata tutunmaya çalışıyor’ ifadesi, öyle gelişi güzel sarf ettiğimiz bir ifade değil. Resmi verilere göre, son 5 yılda 1477 vatandaşımız geçim zorluğu nedeniyle canına kıymış. Eylül ayında açlık sınırı 13 bin 334 lira. Bir çalışanın hayatta kalmak için, yapması gereken en az harcama ise 17 bin 336 lira. Dört kişilik ailenin yoksulluk sınırı, 43 bin liranın üstünde. Buna karşın, asgari ücret 11 bin 402 lira. Emeklilerin çoğunun aldığı maaş ise 7 bin 500 lira. Çalışan da, emekli de Erdoğan sayesinde açlıkla sınanıyor. Açlık, bir sonraki nesillere miras kalıyor. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet, Azmeden bir Çoban Sülü’nün, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel olabilmesinin yolunu açmıştı. Saray hükümetleriyle geçen 20 yılda ise ülkemiz, evlatları ne yaparsa yapsın ana babadan kalma yokluktan kurtulamadığı bir çürüme sürecine mahkum oldu.
“SARAYIN PUDRACI GENÇLERİ, KAPORTASININ HER TARAFINA ERDOĞAN’IN İSMİ VE İMZASINI YAZARAK ÇAKARLI ARABALARLA LASTİK YAKMA VİDEOLARI PAYLAŞIYOR”
Asgari ücretli bir aile, bugün evladını üniversitede okutabilir mi? Kaç parlak gencimizin ailesi, çocukları hele de başka şehirde okursa masrafını karşılayabilir? Kiraya yetişilmiyor, yol parasına, faturaya yetişilmiyor, mutfak masrafına yetişilmiyor. Bu ülkenin yetenekli gençleri, kıyıda köşede heba olup gidiyor. Geçtik evin dışında bir yemeği, üniversite kampüslerindeki karavana yemek ücretleri bile, bir yılda üçe katlanmış. Üniversite öğrencilerine burs veren vakıflara, verdikleri burs sayısının 10 katı kadar başvuru gelmiş. Türk Eğitim Vakfı’na gelen başvuru sayısı 100 bini aşmış. Öğrencilerin sadece gıdayla değil; kültürle, sanatla, sporla beslenmesi lazım. Ama gençlerin cebinde dışarıda arkadaşlarıyla bir çay içecek parası yok. Bunca emekle okusa bile, gençlerin insanca yaşamalarını sağlayacak bir iş bulup bulamayacağı da artık belli değil. Üniversite mezunu işsiz sayımız 1 milyon. Ama bunlar, bu milletin gençlerinin dertleri. Sarayın pudracı gençleri ise bugünlerde kaportasının her tarafına Erdoğan’ın ismi ve imzasını yazarak çakarlı arabalarla lastik yakma videoları paylaşıyor.
“BU GİDİŞLE, HÜKÜMETİN ENFLASYONA YENİLDİĞİNİN İKRARI OLAN YIL SONU ENFLASYON HEDEFİ BİLE AŞILACAK”
Vatandaşlarımız hem işsizliğin hem de hayat pahalılığının altında eziliyor. Zamlar dur durak bilmiyor. Sadece son bir haftada elektrik ve doğal gaza gelen zamlar, önümüzdeki aydan itibaren iğneden ipliğe her şeye yansıyacak. Enflasyon, hayat pahalılığını daha da azdıracak. İstanbul Ticaret Odası (İTO), eylül ayı enflasyonunu açıkladı. İTO’ya göre aylık enflasyon yüzde 5,46. Yıllık enflasyon da yüzde 73’ün biraz üzerinde. Yarın TÜİK’in açıklayacağı aylık enflasyon da bir önceki ay olduğu gibi İTO rakamıyla tutarlı olursa 12 aylık enflasyon, yılın bitmesine 3 ay kala yüzde 62’ye ulaşacak. Bu gidişle, aslında hükümetin enflasyona yenildiğinin ikrarı olan yüzde 65’lik yıl sonu enflasyon hedefi bile aşılacak.
“BUGÜN ORTADA OLANLAR DA ‘PLANA SADIK KALDIM’ DEYİP SEÇİMDEN SONRA SIRRA KADEM BASANLAR DA ERDOĞAN’IN SEÇİM ÖNCESİNDEKİ YALANLARINDAN DA SEÇİM BİTİNCE YAPTIĞI ZAM VE ZULÜMDEN HEPİNİZ SORUMLUSUNUZ”
Hükümetin başı, böylesine acımasız bir hayat pahalılığı sürüp giderken emekli aylıklarına yüzde 25 zammı bile çok gördüğü emeklilerimizle dalga geçmeye devam ediyor. Dün Meclis’in açılışında, yıl bitmeden emeklilere bir zam olup olmayacağı kendisine soruluyor. Cevap: ‘İnşallah, maşallah.’ Emeklilerle oynamaya devam ediyor. Emekli, canının çektiği bir bisküviyi bile alamadığını gözleri dolarak anlatırken emekli aylıklarına iyileştirme sorulduğunda, saray’ın püskevitçi ortağı sorumluluğu, ‘Cumhurbaşkanlığı hükümeti çalışıyor’ diye Erdoğan’a atıyor. Bu hükümetin sürmesi için sandıkta Erdoğan’ın yanında duran diğer Cumhur İttifakı ortakları da bu çürümenin sorumluluğundan kaçmak için mızıldanıp duruyorlar. Biri çıkıyor, ‘Faiz sebep değilmiş. Bu OVP milletin derdine derman olmaz’ diyor. Diğeri, ‘Bu memur zammı yetmez, enflasyon beklentisinin üstünde olmalı’ diyor. Ama siyasette kuraldır; nerede soyunduysanız, orada giyineceksiniz. Bugün ortada olanlar da ‘Plana sadık kaldım’ deyip seçimden sonra sırra kadem basanlar da hepsi oradaydı. Hepiniz oradaydınız. Erdoğan’ın seçim öncesindeki yalanlarından da seçim bitince yaptığı zam ve zulümden de hepiniz müteselsilen sorumlusunuz.
“İHRACATA DAYALI BÜYÜYECEKLERDİ, DIŞ TİCARET AÇIĞI 120 MİLYAR DOLARA KOŞUYOR”
Bu hükümet ekonominin tüm vidalarını gevşetti, şimdi ne yapsalar dikiş tutmuyor. Faiz artsa da döviz kuru ve enflasyon durmuyor. Renkli zeka küpleri gibi bir tarafı yaptık diyorlar, diğer taraftan bozuluyor. Cari fazlayla enflasyonu düşüreceklerdi, cari açık her ay rekorlar kırıyor. İhracata dayalı büyüyeceklerdi, dış ticaret açığı 120 milyar dolara koşuyor. Cumhurbaşkanı Yardımcısı, ‘Merkez Bankası’nın rezervleri toparlandı, demek ki para geliyor’ diyor, net rezerv dengesinin açığı 70 milyar dolara çıkıyor. Ne söyleseler kar etmiyor. Ülkenin dış borcu, 3 yılda 70 milyar dolar arttı. Milletin bankalara borcu rekorlar kırıyor, arşa çıktı. Vatandaşların bireysel kredi ve kredi kartı borçları, bir yılda 1 trilyon lira arttı. Sadece bu yılın ilk 8 ayında vatandaşın kredi ve kredi kartına ödediği faiz, önceki yılın aynı dönemine göre, yüzde 82 artışla 204 milyar liraya yükseldi. Faiz, faiz dediler, faizde sonunda ipler koptu.
“TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK 10 SANAYİ ŞİRKETİ ARASINDA, YARATTIĞI KATMA DEĞER BAKIMINDAN ‘YÜKSEK-TEKNOLOJİ YOĞUNLUĞU’NA SAHİP TEK BİR KURULUŞ YOK”
İstanbul Sanayi Odası (İSO), geçtiğimiz hafta, Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu Araştırması’nı açıkladı. Raporun sunumunda, firmaların ticari borçlarının giderek arttığı, ekonomide bir yavaşlama durumunda, şirketler arasındaki değer zincirinde bir kırılma yaşanabileceği uyarısında bulunuluyor. Bu sözün Türkçesi, ‘Hepimiz birbirimize borçluyuz, ekonomi bir durursa domino taşı gibi hep birlikte yıkılabiliriz.’ Aynı raporda, çok önemli başka ayrıntılar da var. İSO’nun raporu, Türkiye’de her alanda olduğu gibi, üretimde de vasatlık tuzağına hapsolduğumuzu ortaya koyuyor. Türkiye’nin en büyük 10 sanayi şirketi arasında, yarattığı katma değer bakımından ‘yüksek-teknoloji yoğunluğu’na sahip tek bir kuruluş yok. Bundan 15 yıl önce, Türkiye’nin en büyük şirketi olan ‘orta-düşük teknolojili’ şirket, bugün hala daha Türkiye’nin en büyük şirketi. Teknoloji seviyesi hala ‘orta-düşük teknoloji.’ Üretimin teknolojik dönüşümünü sağlama konusunda, saray lafa gelince sırayı kimseye bırakmıyor. Devlet kurumları da ‘katma değeri yüksek üretim’ diye sayfalarca raporlar yazıyorlar. Ama Türkiye, sanayi üretiminde orta teknoloji tuzağına takılıp kalmış durumda. Çürüme buralara da yayılıyor.
“SEÇİM ÖNCESİNDE, ALTILI MASA OLARAK ÜLKEYİ ORTA TEKNOLOJİ TUZAĞINDAN ÇIKARACAK STRATEJİYİ YAZMIŞTIK. BARİ BUNU KOPYALASALARDI”
Sanayi sektöründe teknolojik dönüşümü sağlayabilmek için eğitimden hukuka, makroekonomik istikrardan yenilikçi kurumların inşasına kadar çok boyutlu bir strateji gerekiyor. Bu stratejiyi oluşturacak bir vizyon, uygulayacak da bir irade gerekiyor. Seçim öncesinde, Altılı masa olarak ülkeyi orta teknoloji tuzağından çıkaracak stratejiyi yazmıştık. Bari bunu kopyalasalardı. Saray hükümeti, yine her zaman odluğu gibi işin ucuzuna kaçıyor. Vitrine eskiden dolandırıcı deyip görevden aldığı bakanı oturtuyor, ithal Merkez Bankası Başkanlarını koyuyor. Böylece dışarıdan para bulabilirim, işleri idare edebilirim sanıyor. Ama olmuyor. Vitrindeki isimler ise parayı bulamayınca zam, zulüm olup milletin üstüne çöküyorlar.
“ORTADA ERDOĞAN YÖNETİMİ TARAFINDAN MİLLETE KARŞI TAAMMÜDEN İŞLENMİŞ ÇOK CİDDİ BİR EKONOMİK SUÇ, HATTA EKONOMİK KIYIM VAR”
2018’den bu yana görülmemiş bir servet transferi, milletin gözünün içine baka baka yapıldı. İlkin şirketler kesiminin devasa döviz açık pozisyonları devletin sırtına taşındı. Bu süreçte, Merkez Bankası’nın döviz rezervleri hoyratça kullanıldı. Ardından da ‘Faiz sebep, enflasyon netice’ denerek enflasyonun oldukça altında kredi faizleriyle şirketler kesiminin finansman giderleri hafifletildi, bankalara olan borçları azaltıldı, şirket karları ise rekor hızıyla arttı. Dar ve sabit gelirliler, enflasyonla ezilirken şirketler ihya edildi. Özellikle de saraya yakın şirketler, bu dünyada cenneti yaşadılar. Saray’ın önceki bakanı çıktı, ‘Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kar ediyorlar’ diye açıkça da söyledi. Yine bu dönemde, milli gelirden emeğin aldığı pay azalırken sermayenin aldığı pay giderek arttı. Ortada Erdoğan yönetimi tarafından millete karşı taammüden işlenmiş çok ciddi bir ekonomik suç, hatta ekonomik kıyım var. Ama bakıyorum, bunun sorumluluğunu kimse üstüne almıyor. Atalarımızın dediği gibi ‘Kabahat samur kürk olsa bile; kimse üstüne giymiyor.’
“SANAYİMİZ KÜRESEL ARENADA REKABET EDECEKSE SANAYİCİNİN DE UZUN DÖNEMLİ PERSPEKTİFLE ÜZERİNE DÜŞENLERİ YAPMASI GEREKİYOR”
Son bir sözümüz de sanayicilerimize: Küresel rekabet için AR-GE ve inovasyon olmazsa olmaz. Ama İSO raporuna göre, AR-GE çalışması yapan kuruluş sayısı, 5 yıl öncesinin altına düşmüş durumda. Sanayi kuruluşları, satışlarının giderek daha az bir kısmını AR-GE harcamalarına ayırıyor. Hatta 2022’de ARGE harcamalarının satış gelirlerine oranı, en düşük seviyesine düşmüş vaziyette. Eğer bu ülke, sanayimiz küresel arenada rekabet edecekse sanayicinin de uzun dönemli perspektifle üzerine düşenleri yapması gerekiyor.
“ANAYASA KONUSUNDA GİZLİ AJANDAMIZ YOK. TEMEL ÇERÇEVEMİZ, ‘GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ ÖNERİSİ’NDE MEVCUT”
Hakkı, hukuku, adaleti savunmak, her şeyden önce bir prensip meselesidir. Yasa tanımayacaksın, anayasa tanımayacaksın, milletten bir aldığın MTV’yi bir daha almaya kalkacaksın, anayasa mahkemesi de bunu onaylayacak. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri tanımayacaksın, milletin hayrına bir şey söylediğimizde, bizi yurt dışındaki ortaklarına şikayet edeceksin, hakkını arayana, ‘açım, açıktayım’ diyene ters kelepçe vuracaksın… Sonra da sıkışınca, artık mutat olduğu üzere ‘Gelin, birlikte anayasa yapalım, herkes katkı sunsun’ diyeceksin. Bu çağrıyı yapanların derdinin ne olduğu belli. Eğer samimiyseler, önce anayasaya, yasalara, AYM ve AİHM kararlarına uymaları lazım. Bizim anayasa konusunda başkaları gibi gizli ajandamız yok. Temel çerçevemiz, Millet İttifakı olarak hazırladığımız ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Anayasa Değişikliği Önerisi’nde mevcut.
“KURULTAYIMIZDA DELEGELERİMİZİN MİHENK TAŞINA VURULACAĞIZ. DELEGE NE DERSE O OLACAK. O KURULTAYDAN DA HEP BERABER KOL KOLA ÇIKACAĞIZ”
Biz Büyük Önderimiz Atatürk’ün, ‘İki büyük eserimden biridir’ dediği partiyiz. Kimsesizlerin kimsesi, cumhuriyetin partisiyiz. Yokluk içinde olsa dahi, birliğinin gücüyle devrin egemenlerini dize getiren halkın partisiyiz. Cumhuriyetimizin kuruluşunda, bir asrı birkaç yıla sığdırabilen bir partiyiz. Dünkü çocuk değiliz. Bu anayasa laflarının altında nasıl bir seçim hesabı olduğunu, gayet iyi biliriz, görürüz. Önümüzdeki seçimin çok kritik bir seçim olduğunun da farkındayız. İl kongrelerimizi tamamlıyor, 4-5 Kasım’da bu süreci taçlandıracak kurultayımıza adım adım yaklaşıyoruz. Bu süreçte etik ilkelere bağlı kalarak, partimizin kurumsal işleyişi çerçevesinde yapılan her tartışmadan istifade ediyor, bu tartışmalarla da güçleniyoruz. Eleştiriye kulak tıkamıyoruz. Ülkenin ve partinin selameti için söylenen her sözü, can kulağıyla dinliyoruz. Kurultayımızda delegelerimizin mihenk taşına vurulacağız. Delege ne derse o olacak. O kurultaydan da hep beraber kol kola çıkacağız. Sonra, bu süreçte biriktirdiğimiz bütün güçle yerel seçimler için çalışacağız.
“SEÇİMLERİ KAYBEDECEĞİNİ ANLAYAN İKTİDARIN BİZİ BÖLMESİNE, YÜZDE 30’LA YÜZDE 100’Ü YÖNETMESİNE İZİN VERMEYECEĞİZ”
Biz, ‘Milletimiz, hizmetin en iyisine layıktır’ diyoruz. Milletimizi, habitat toplantısı kisvesi altında, tüyü bitmedik yetimin hakkıyla, parti örgütü ve milletvekillerini Amerika gezilerine götüren belediyecilik anlayışına teslim edemeyiz. Vatandaşlarımız, milletimiz hizmet beklerken, çocuklar açken, ipek kumaşa baskılı tablolara binlerce lira harcayan, saray tipi itibardan tasarruf olmaz diyen belediyecilik anlayışının eline hiç bırakamayız. Milletimizi, önceki CHP’li belediye başkanlarının dar gelirlilere konut yapılsın diye aldığı yerleri, imarını artırıp parselleyerek satan kupon arazicilerin insafına terk edemeyiz. Vatandaşa hizmeti, ekmek kuyruklarını gizlemek için ekmek büfelerini kaldıran vicdansızlara emanet edemeyiz. Halkımıza illallah ettiren, belediyeciliği keselerini doldurma yeri olarak gören, yapılmamış işleri yapılmış gibi göstererek milletin milyonlarına çökenlerin eline bırakamayız. Bu hükümetin bu karakuşi gidişine bir dur demek için yerel seçimlerde milletimizle birlikte büyük bir zafer kazanacağız. Seçimleri kaybedeceğini anlayan iktidarın bizi bölmesine, yüzde 30’la yüzde 100’ü yönetmesine izin vermeyeceğiz. Tüm büyükşehirleri kazanacağız. İl ve ilçe belde belediyeleri dahil ülkemizin her karışını, milletimizi rahat ettiren, feraha kavuşturan, sosyal demokrat belediyecilikle tanıştıracağız.”
Öztrak açıklamalarının ardından soruları yanıtladı. CHP Grup Başkanı Özgür Özel’in, Grup Başkanlığı görevine fiili olarak devam etmeyeceği yönündeki açıklamasının anımsatılması üzerine Öztrak, “Özgür Bey grup başkanlığını fiilen bırakacağını açıklamış, kırmızı plakalı araca da veda ettiğini söylemiş. Hayırlı olsun” dedi.